21 Aralık 2011 Çarşamba

Tutulma

Tutulma
Yorgunluk ve geç kalmışlık...
Son zamanlarda hissettiğim.
Bir şeylere, birilerine, bir yerlere geç kalmışlık...
Dönüp arkama baktığımda
Gördüğüm tek şey
Gözyaşı...
Dönüp aynaya baktığımda ise
Kibir, ziyadesiyle gurur.
Yoldayım hala, durmadım.
Çizgiler uzuyor hala farların aydınlığında.
Rüzgar dokunuyor usulca tenime.
Camı daha da aralıyorum
Üşümek için gene.
Isınacağından eminken üşümek ne güzeldi oysa.
Alışkanlıklar.
Evet.
Unutulur her şey,
Suret, ses, koku bile
Ancak sıcaklığı
Asla...
Aynı sıcaklığı araman mı seni soğukta üşüten?
Bulamaman mı ellerini titreten?
Yoksa içtiğin rakı mı?
Bilmem.
Farkı var mı?
Başka suretlerde anmak o sıcaklığı,
Yaramıyor ruha.
Yaralanmışsan bir kez
Sızlıyor iyileşen yerin bir kez daha.
Duydukça birilerinden birilerini
Üzüldükçe tekrar tekrar yaşanan sahnelere.
Akıl vermek kolay herkese.
Sen düştüysen bir kez dizlerinin üstüne.
Kalkmasını bildiysen eğer,
Durma koşmaya devam et
Gün doğana dek.
Üşütürse seni gece
Koş güneşe doğru.
Unutma
Kaybettim diyorsan güneşimi bir gece,
Başka yere gitmez, o tutulmadır sadece.
Ne kadar sürer bilmem amma
Sana yüzünü gösterecektir
Başka bir bulutun ardından
Bambaşka bir gece.
Gene o rüzgar eserken,
O yolda,
Kimse bilmeden
Sessizce...


                                  Irmak U.


20 Kasım 2011 Pazar

rakı şişesi


tek ayağı kırık masamın
rakı şişem devriktir o yüzden
ekmeğim ıslaktır
üstüm başım batak
duyarım görürüm dünyayı kendimce
roller oynanır
alkışlar alınır
içemem rakımı doyasıya
hep yarım kalır
tek ayağı kırık masamın
açsam tam yeni bir büyük
bu sefer dükkan kapanır.

                                               Irmak U.









17 Kasım 2011 Perşembe

"tıkanma"


ruhunu gerçekten acıtmalısın dedi,


rüyalarını kanattığın gibi. 


tırnakların dökülür ya acıdan,


işte öyle haykır karanlıkta kalanlarına.


haykır ki ağlatsın seni, o görmezden geldiklerin.


daralan göğsünü parçalayıp çıkarsınlar,


ki rahat bir nefes alasın.  


uyumadığın her gecenin, 


öpmediğin her kadının,


söyleyemediğin her sözün,


acısıdır çıkan.


rüzgara bırak acını,


dalgalanan saçları gibi,


hayırsızın.


kahkahası gibi, 


hala kulaklarında...



                 Irmak U.



11 Kasım 2011 Cuma

Üçüncü Şahsın Şiiri

Gözlerin gözlerime değince 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Beni sevmiyordun, bilirdim 
Bir sevdiğin vardı, duyardım 
Çöp gibi bir oğlan, ipince 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Ne vakit karşımda görsem 
Öldüreceğimden korkardım 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Ne vakit Maçka'dan geçsem 
Limanda hep gemiler olurdu 
Ağaçlar kuş gibi gülerdi 
Sessizce bir cigara yakardın 
Parmaklarımın ucunu yakardın 
Kirpiklerini eğerdin, bakardın 
Üşürdüm, içim ürperirdi 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Akşamlar bir roman gibi biterdi 
Jezabel kan içinde yatardı 
Limandan bir gemi giderdi 
Sen kalkıp ona giderdin 
Benzin mum gibi giderdin 
Sabaha kadar kalırdın 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Güldü mü cenazeye benzerdi 
Hele seni kollarına aldı mı 
Felaketim olurdu, ağlardım


                         
                     Attila İlhan

28 Ekim 2011 Cuma

"küçük kız"


boş bakıyorum artık
bakıcak boşluk bulamadığımdan
yoruldum çok
hiç yorulmadığım kadar
ruhum önce gider derdim hep
bedenim iflas etti
OHAL'de tüm hayatım
o halde bana öyle bakma
halden anla
sakın ağlama
üzülme sakın küçük kız
iyi olucam zamanla
devam et yaşamaya
gül gene gözlerinin içiyle
öyle gül ki
maviliklerinde boğulayım
ama sakın ağlama sakın
sakın ağlama...

                          Irmak U.

12 Ekim 2011 Çarşamba

"herkes işini yapar"

uyanmak,
tüm çıplaklığıyla yokluğunun,
çıplak halde
boş bir sabaha

acınacak halde onlar,
onlar ki
bilmezler
acının ne olduğunu,
fikirleri vardır elbet
acıya dair
hayata dair olduğu kadar

bir yudumda içtim seni o gece
dibini görmek gibi kadehin
bir büyüğe danışır gibi
gene bir efkar vakti

en kuytularında soluklanıp
en ayıp yerlerinde
tuzağa düşmek gibi
hayat gibi
adaletsiz
acımasız
acınası
asil bir o kadar
bir o kadar orospu

denizine değer ayaklarım ruhunun
içim ürperir işte ansızın
yanarken kumlarında ruhumun
en günahkar hallerin

çekinirsin kimi zaman
bir tren düdüğü duyunca acı acı haykıran
kedi yavruları olur tek kaygın
sen işte öyle vicdanlısın

an gelir
kutsal kitap olursun
besmelesiz açamam yüzünü
an gelir
sahafta unutulmuş
yoksul bir otel odasında ölmüş
zavallı bir şairin
ilk ve son kitabı

gözlerin taburcu eder beni
en hastalıklı zamanlarımda
gözlerindir kalbimi durduran
en soluksuz sabahlarda

öpersin de geçer ya
ki annesindir
yarasından çocuğunun
yarasındır aslında
öpemezsin
geçmez
anlamazsın
anlamazlar
umurumda mı
sevişime bakarım
herkes işini yapar
dünya döner
Atlas sızlar
Poseidon köpürür
Prometheus'un gözleri
akşam yemeği
yavru bir karganın.

                           Irmak U.









                                                                 

                   Dövmedeki yazı: "Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir."   Sokrates

6 Ekim 2011 Perşembe

"ölüm"

Dikkat: Bu parçayı dinlerken okumanızı tavsiye ederiz. Teşekkürler özlem ipek..

soğuk.
huzur.
hissizlik.

hayır hissizlik değil
hissedebiliyorum
ağırlıklarımdan kurtuldum

keşkelerim nerede?
geçmişten
peki ya kaygılarım?
geleceğe dair
acılarım hissettiğim

böyle daha mı zor?
acılar olmadan yani
keşkeler
kaygılar
anlamsız mı herşey?

onlarsız olmaz mı?
huzur hiçlik midir?
hiç olmak mı doğru olan?
günün birinde toprağa karışmak mı?

birileri hatırlar mı?
anlatıp gülerler mi
bir içki masasında
muhabbetin en güzel yerinde?
muhabbeti en güzel yapan bizsek aslında

bir kadeh de bizim için kalkar mı?
kim tarafından mı?
en yalnız kimse o masada
o kaldırsın isterim...

çünkü en çok o anlar beni
huzuru
hiçliği...

uçsuz bucaksız boşluk
rüzgar bile değmiyor artık bana
içimden geçiyor rüzgar
oysa ne severdim çarpmasını
suratıma yalnızlığımı

yokmuşum gibi
hiç olmamışım
olmayacakmışım
gibi...

bırakıyorum kendimi
hesapsızca
boşluğun kucağına
sarmalıyor hiçlik beni
sorgulamadan
yormadan...

sonrası
sonrası yok
henüz var olmadı
öncesinin var olmadığı gibi...

20 Eylül 2011 Salı

"ustura ağzı"



gene 

o gece

bilincimi yitirircesine
ama 
bilinçsizce

damarlarımdaki gibi
ustura ağzı hayat
kan içinde..

hala elimde damlalar
hala sıcak

nefretimi parçalarken
kalbimle birlikte..

en karanlık
en taze yaram
 o işte

tırnaklarımı söksem
kafamı duvarlara vursam
durur sandığım

gene 
o gece

durmadı 
kanadı

hala kanıyor
hala sıcak

                           Irmak U.

17 Eylül 2011 Cumartesi

"olay mahali"


ellerim kesik 
sırtımda bir sancı

neredeyim bilmiyorum

karanlık
hep
karanlık

soğuk
çok soğuk
dudağım kesik

gene oraya varıyorum

o koku
o oda
o bıçak

noldu diyorum
noldu

ses yok
ses var
dalga sesleri
çakıl taşları
köpek sesi
köpek sesi
ses yok
sessizlik
cevap
cevap yok

sessizlik

                              Irmak U.

12 Eylül 2011 Pazartesi

SÜREYYA





Yatakta açtı gözlerini önce, annesinin yıllar önce kapattığı gibi. Gene üşüdü yaz ortasında o evde bir başına. Hep üşürdü zaten,  daha küçük bir kızken annesinin nefes almayan göğsünde hala uyuyorken, aslında o odada yalnız olduğunu hissettiği andan beri. Yalnız kalmak en büyük korkusuydu. Ve bazı insanların en büyük korkuları gelirdi başına sık sık.

Süreyya tamda böyle bir kadındı.

İşinde başarılıydı evet. Çok da güzeldi. Hayır hayır klasik 'kısmetsiz' ya da 'kimseyi beğenmez' gibi  tanımlamalara girmeyeceğim. O üşümeyeceği bir adam arıyordu sadece. Çünkü hep terk ettiler onu, o üşüdü. O üşüdü, bu kez o terk etti.  Sonra kimse terk etmedi, zaten kimse yoktu, o gene üşüdü.

O hep üşüdü.

Bir kez ısındı şu hayatta. Bir kez...
İliklerine kadar. Kalbinden ayaklarına kadar ısındı. Bu sefer dedi bu sefer buldum. Bu sefer tamam. İşte aşk belki de üşümemek. Bence öyle. Evet evet öyle dedi.

Aşk aslında üşümemeyi öğrenmekti hayatta.

Öyle ki yanındayken bile buz tutar bazen insanlar, aşıklar. Yanındaki üşütür ya seni hani sen sokuldukça, işte o zaman kaçmayı dener kadın. Kadın kaçmaz kolay kolay çünkü. Kadın savaşçıdır, dirayetlidir. Kadın affedicidir de ama asla unutan değildir. 


Bir kez üşüdüyse yanındayken unutmaz asla.

Süreyya üşümemeyi öğrenmeyi reddetti uzun bir süre. Geceleri dışarı çıktı. İyi adamlarla da karşılaştı tabii ama ısınamadı hiç birine.

Belki de ısınamamak lafı bunun üzerine çıkmıştır ortaya. Isınamadı o da işte, odada yan yanayken bile...


Gene bir gün gece çalıştığı kulüpte sahne sırası geldiğinde, kopan alkış ve kıyamet sonrası repertuarıyla, müşteriler arasında gene alkol tüketimine yaptığı o müthiş katkı göze çarpıyordu. Kendi de çok içiyordu artık Süreyya. 


Belki de ondan içkisine yoldaş, derdine ortak etti herkesi her gece söyledikleriyle.


O gece, diğer gecelerden farklıydı. Dolunay fazla davetkardı. Dolunayı severdi Süreyya. İçi ısınırdı bakınca çünkü. Gece güneşim derdi küçüklüğünden beri. Konuşurdu onunla. Güzel şeyler olacak dedi içinden. Çıktı sahneye başladı gene ortalığı yıkmaya.

O söylerken ağlıyordu evet ama dinleyenler hıçkırıyordu adeta. Arka taraflar karanlıktı, net görülemiyordu ama rka masalarda gene Süreyya'ya laf atan yeni yetmeler dayak yiyordu. Kırılan şişe seslerinden ve çığlıklardan anlaşılıyordu.

Süreyya namus demekti çünkü. Süreyya onuruydu o mekanın. Oranın müdavimlerinin bacısıydı Süreyya. Belki de en çok Süreyya ile bacı olmak üzerdi bir erkeği. Çünkü çok güzeldi.

Ancak, oranın raconunu bilmeyenler kısa sürede öğrenir, bir daha ki dayağı göze alarak, gene de Süreyya'nın sesinin hatırına gelir, özür diler en arkada efendi gibi otururlardı.

Süreyya'ya en çok söylenen şey 'iyi ki varsın'dı. O da içinden gerçekten de var olmam bir şeyleri değiştiriyor mu ya da var olmamın bir amacı var mı bilmiyorum diyordu her gece intihar etmemek için elinde onlarca uyku hapıyla.


Süreyya iyi ki vardı. Neden iyi var olduğunu anlaması uzun sürmeyecekti.

10 Eylül 2011 Cumartesi

"yalnız"

artık güneş batıyor sanatta
eskisi gibi değil her şey
sanat da,
insanlar yabancı
sessiz
sadece bir uğultu duyduğun

çaresiz ruhların çığlıkları
yankılanıyor viranelerde
onları sadece
ve sadece
yeminini bozanlar duyabilir
gazaba mahkumlar..

kahkahalar can yakıyor,
insanlar da


kimsesiz saatlerde
kimsesiz insanlar
kalabalıklar içinde
saklanıyorlar yalnızlıklarından

bilmiyorlar ki
yalnızlık
onları
nerede görse tanır

ama bildikleri bir şey var
güneş sadece çamaşırlarını kurutur
aşık değillerse eğer

gözyaşlarını kurutur
o güneş
onlar aşıksa eğer..











25 Haziran 2011 Cumartesi

"ay tutulurken"




ay tutulurken uyumak ne mümkün
yalın ayak yürürüm cam kırıklarına inat
kana batmış ayaklarımla çıkarım merdivenleri
kalp atışlarım yankılanır viranede
uzakta havlıyor gene aynı köpek
gene aynı yer
gene aynı saat
gece yarısını dört geçe



bu sefer lan dedim bu sefer
korkmadan acımadan acıtmadan
çıkacağım en yukarı
göreceğim yıldızları
tahmin etmiştim bekliyor orada öylece
gülümsüyor bakarak ayaklarımdaki kana
kuyruğu dolanıyor ayaklarıma
ürperiyorum
tutuyor elimden
bir kahkaha patlatıyor
sesinde acı sesinde çığlıklar
dans etmeye başlıyoruz
tırnakları daha bir batıyor her seferinde
ısırıyor beni öperken
garip bir çekiciliği var acının
acımıyor çünkü bir yerden sonra
kıpkırmızı gözlerinde tüm eski aşklarımın nefreti
dudaklarında şehveti
tırnaklarında intikam arzusu
daha sıkı sarıyor beni
sağlam basıyorum bu sefer yere
sen kiminle dans ettiğini sandın diyorum
ben döndürüyorum şeytanın başını bu kez
boynuzlarından tutup öpüyorum
şeytan her ne kadar şeytansa da kadın
hoşuma gidiyor
daha sıkı sarılıyorum
dudaklarımız kanıyor
avuçlarımız yanıyor
canım yanıyor canı yanıyor
ayışığı yerdeki kan gölünde
tutuluyor ay işte o anda
kanım aktıkça huzur doluyor damarlarım onun yerine
şeytanın siyah kanı karışıyor kanıma
giderken yanında götürenlerdenim ben evet
galiptir bu yolda mağlup der ya bilge
aynen öyle
öperek öldürdüm onu
yanına yığıldım
kanlar içinde
yüzümde son bir gülümseme

bu son dans sanıyorsanız

aldanıyorsunuz

neden derseniz
canım istedi
yenmesem de yenilmedim diyorum bu kez
öpecekse eğer bende öperim
canımı yakacaksa bende yakarım
kansa akacak olan
akacak
ama o ayışığında
bitmeyecek o dans
hangi dünyada olursa olsun
kaçmayacak insanoğlu artık
o da can yakacak

daha sıkı sarıldıkça insan olduğunu görecek çünkü onun
insanın da o olduğunu..


                                                          Irmak U.



5 Haziran 2011 Pazar

"Akustik Kadınlar"


Radio edit kadınlardan çok sıkıldım. Amfi lazım, mikrofon lazım, yok mixer lazım, yok bilmem ne lazım..

Kadın dediğin akustik olmalı hocam..

Her zaman her yerde ses getirmeli.. Dinlendirmeli.. Daha sıcak, samimi olmalı tonu..

Albüm kayıtlarında sevmediğim de o zaten. Konser kayıtları candır o yüzden.. Detone de olmalı kadın arada. Kusursuzluk çirkindir. Estetik değildir. Pantolonu kirlenmeli arada. Beyaz giydim çime oturamam dememeli.

Bir gece sabaha karşı çalınabilmeli deniz manzaralı halka açık bir yerde. Yormamalı. Taşıması yorsa da sesi dinlendirdikten sonra başımın üstünde yeri var. Kaç yokuş çıktım saymam o sırtımdayken.

Akustik manyaklığı elektriğin icandından önce mi başladı acaba? Bilmiyorum..

Soğuk, mükemmel, metalik kadınlardan uzak duruyorum artık. Onlar da hiçbir zaman bana yakın durmadılar ya zaten. İsabet oldu.

Neyse hem akustik hem cover sevdalar diliyorum herkese meskun mahallerde..

23 Mayıs 2011 Pazartesi

"Çünkü hiçbir 1 ya da 2, benim gibi bir 3 olamayacak..."

Yaşlanıyoruz şakaları arasında yaşımızın gittikçe çocukluktan çıkması gerçeği beni mahvediyor.
 Büyümeye karşı inatla direnmeme rağmen bıyıklarım aldı başını gidiyor hehehe. Şaka bir yana Nuri Bilge Cannes'da ödül alırken ben de Oscar alıyordum. Hem de En İyi Kanka dalında..

Hayat garip. Gittikçe birbirimizden uzaklaşıyoruz. Çok değil birkaç sene önce kimlerle kutladığımız doğum günlerimizi geçen yıl kimlerle ve bu yıl kimlerle kutluyoruz. Hayatın akıntısı bizi sürüklemiş haberimiz yok. Kişisel çıkarlarımız egolarımız aşklarımız nedeniyle oluyor tüm bunlar. Çok kolay siliyor insanlar insanları artık. Gittikçe azalıyoruz aslında hem nicelik olarak hem nitelik olarak.

Hep "ben haklıyımcılıklar" yüzünden oluyor. Yaşlandıkça daha çok farkına varıyoruz bunun.

Sen yapmadın mı diyeceksiniz. Yaptım doğru. Ama şunu da öğrendim. Birisine haksızlık yaptığını düşünüyorsan ona söyle. Artık daha az inatçıyım. Prensiplerim değişmedi esnedi. Eğildim ama kırılmadım. Başkalarını kırmaktansa kendimi eğmeyi tercih ediyoruma artık.

Eskiyle yaşamanın ne kadar saçma olduğunu anlayalı tam 1 sene oldu. Geçen sene bu zamanlar anlamaya çalışıyordum. Ve anladım. Şimdi ise dönüp geriye baktığımda sadece acı acı gülümsüyorum.

Genel anlamda çevreme baktığımda da kendi kişiliğiyle kavga eden ve geçmişinden kaçtığı izlenimine kendini bile inandırıp aslında o geçmişin etrafında bir hayalet gibi gezen ruhlar da görmüyor değilim. He ben artık ruh çağırmıyorum. Batıl inançlarımı rafa kaldıralı da birkaç sene oluyor hehehe.

Geçmiş doğum günlerime baktığımda şimdi ki daha bir neşeli geldi ama bir o kadar da buruk. Ben bir parti düzenlemedim çünkü. Birçok dostum yoktu. Ama beni bahane edip toplanan arkadaşlarım sağolsunlar beni de davet ettiler doğum günüme=)

İşte uzun zamandır hissedemediğim o çocukluğumu hissettim. Açtığım her hediye paketinden çocukluğum çıktı anılarım sevinçlerim çığlıklarım o kaydıraktan düştüğüm için kafama konan soğanın kokusu bile oradaydı...

Kadınlar bağrına bastı annem gibi, sevgilim gibi... Kadınlar sevdi beni kadınlar üzmüştü zaten. Ama kadınlar seviyor beni üzseler de bazen.

Kadın kokusu işte o biraz. Çocukluk yaramazlık biraz tuzu gözyaşlarının sanki. Biraz bozuk para çalmak herkes uyurken tabureye çıkıp ceplerden... Ama yakalanmak agzındaki çukulatayla sırıtarak siyah dişlerle=))

Siz de kızmayın çukulata için bozuk para alırsa çocuğunuz ileride.

Hayatta en değer verdiğin şey çukulata olsun diyeceğim ileride çocuğum olursa. Para, şöhret, seks, uyuşturucu, alkol değil. Hiçbiri değil. Çukulata olsun... Çukulata koksun çünkü mutlu olsun yesin.


Doğum günümde sarıldığım her kadın döndürdü beni çocukluğuma, eski aşklarıma... Her veda hatırlattı bana eski vedaları. Neden vedalaşmak zorunda olduğumuz gerçeğini ve bu gerçeğin saçmalığını, tüm gerçeklerin saçma olmasını belki de...

Pasta almadım o gece evet. İstemedim çünkü. Pasta iyi şeyler hatırlatmıyor bana ben alınca. Ben taşıyınca ve üzerindeki mumları ben üfleyince. Bana ayrılık gibi geliyor her kutlama biraz da.

Bu nedenle teşekkür ederim etrafımdaki tüm kadınlara ve erkeklere. Bilhassa kadınlara.

Hemen giydim bugün aldığım hediye t-shirt'lerden birini. Hep giyeceğim de.

Geçmişime saplanıp kalmamayı öğrendim. Geçmişime küs de değilim. Hani derler ya "merhaba merhaba" aynen öyle hehehehe.

Hala şımarık çocuk olmama şaşırıyor bazıları. Elimde değil ki. Bilerek yaptığımı düşünüyor bazıları. Farkında bile değilim. Ben rahat adamım. Canım kahkaha atmak istiyorsa atarım...

Canım öpmek istiyorsa öperim ucunda tokat varsa bile. İzin almam ama ne gülmek ne öpmek için.

Hayatta izin alınmadan yapılacak iki şey vardır; gülmek ve öpmek...

Önce öperim sonra gülerim. İkisine de izin almam=)

Bu yaşımda da bunları hissettim işte. Bakalım seneye neler hissedeceğiz. Güzel zamanlar bunlar. Kıymetini bilmek lazım. Üç günlük ömürde üçün beşin hesabını yapa yapa yolun sonunu görüp geriye dönmek istiyoruz ama çok geç oluyor. Hesap yapmadan atlamalı artık denize. Soğuksa soğuk sıcaksa sıcak. Kaç kere geliyorsun be dünyaya! Atla işte bakmadan ardına. Birileri gelir ardından merak etme sen cesaret edersen bu şekilde.

Dediğim gibi en iyi sevgili Oscar'ı alamadım ama en iyi kanka dalında aldım ödülümü. Kim bilir seneye en iyi sevgili ödülü alırım. Belki de aşkta ömür boyu başarı ödülü hahaha

Hiç gülmeyin iddialıyım topla tüfekle ağır sanayi hamlemle geliyorum=))

Ben asla 1. veya ikinci olma peşinde olmadım hayatta. Olmayacağım da.
Bunu en son söylediğimde genç bir hanımefendi bana "neden?" dedi.

Ben de ona "çünkü hiçbir 1 ya da 2 benim gibi bir 3 olamayacak da ondan" dedim.
(Eskişehir.. İlk doğum günüm... )



22 Nisan 2011 Cuma

Aşkın ömrü neden kısa..?



Aşkın ömrü neden kısa?

Bu soru ne kadar çok soruluyor son zamanlarda değil mi?
Ben yakın zamanda bir cevap buldum sanırım.

Aşk bu dünyaya ait değil de ondan. O bizden çok öte yerlerden bize verilen bir armağan çünkü. Nasıl ki koparılan bir çiçek, yakılan bir ateş, sudan çıkan bir balık uzun süre var olamazsa yaşanmaya başlayan her aşk yok olmaya mahkumdur. Bu dünyada yaşayabileceğiniz ancak kısıtlı bir süredir. Ancak onun dünyasına giderseniz sonsuza kadar sürer. O dünya nerededir, nasıl gidilir bilmiyorum. Onun cevabını henüz bulamadım. Onu da siz bulun...                                                
                                                                

Bu nedenle en güzel aşk hiçbir zaman başlamayacak olandır...


  
                                                                                         
     




Fotoğraf: İdil Dizdar

6 Nisan 2011 Çarşamba

"Önemli olan varmak değil, yolda olmaktır..."

Uzun süredir yasaklıydık efenim bildiğiniz üzere. Suyun dibinden çıkıp derin bir nefes alırsınız ya gün ışığını gördüğünüz anda. Öyle bir nefes işte bu yazı.

Projeler arasında boğulurken uykusuz ve düşünceli geçen gecelerde kitap okumak ya da yazı yazmak arasında verdiğim o hayati kararlar sonucu buradayım.


Ağlamaklı bir kadınla dertleştim geçen günlerde..


O kadın benim bir dostumdu. Aşktan, sevgiden ve bunun tek taraflı olmasından dert yanıyordu. Onun gözleri doldukça benim yüreğim doldu belli etmesem de.

Ağlayan kadınlar beni daima mahveder hocam. Ama gerçekten ağlayan kadınlar. Yalandan değil... Kadına yakışır da ağlamak çünkü. Yorar ruhumu bana ağır bir yük gibi gelir. Kendimi onun yerine koyarım anlık da olsa. Bu duygu sağanağı ve ardından gelen parçalı bulutlu hava. Bu kadınlara has bir durum. Ve çok yoğun çok ağır. Canımı yakıyor çok üzülüyorum ne zaman ağlayan bir kadın görsem. Hele ki masumsa bu kadın. Ona onun ona verdiği kadar değer vermeyen birini sevmişse ya da karşısındaki adam onu anlayamıyorsa...

Çaresiz kadınlar, ağlayan bir kaldırımın kenarına çökmüş... Doya doya ama utanmadan... Gizlemeden yüzünü... En çok onlar beni yaralar. Göz göze gelemem onlarla işte. Erkekliğimden utanırım çünkü. Anlarım onu ağlatan bir erkekse halinden. Kokarım, onların aşk dolu ama çaresiz bakışları ok gibi saplanır ciğerlerime nefessiz kalırım o an sessizce.

Sadece gözlerim dolu dolu bakarım bir anlığına da olsa onlara. Yapma ağlama demek gelir içimden ama korkarım bana kızarlar diye ki haklıdır bana kızsa bana ne. Bir kadını ruhuyla baş başa bırakmak gerekir bu zamanlarda.

Ama zor tutarım kendimi. Gel bir bira içelim anlat her şeyi en baştan ama ağlama artık lütfen dememek için. Tabii tabii yanlış anlaşılma riskim de çok. Kafama çanta yeme riskim de. Ama napıyım herkesin bir salaklığı varsa benimki de bu. Salaklık denirse tabii.

Arkadaşım ağlamıyordu evet. Konu buraya nasıl mı geldi? Ağlayan bir kadın gördüm tabii ki. Kaldırımın kenarında. Rimelleri akmış. Tüm umutları yok olmuş akan makyajının bozamadığı bir güzelliğe sahip genç bir kadın. Suçlar bakışlarla cevap verdi benim köpek yavrusu bakışlarıma. Uzaklaştım tabii ki. Ama biliyorum bir gün dayak yiyeceğim ama ne zaman=)

Diyeceksiniz ki sen ağlatmadın mı da böyle dolanıyorsun ortalıkta. Bende ağlattım. Hiçbir zaman bilerek ve isteyerek değil ama. Çünkü ben de çok ağladım. Bilirim. Toplamaya çalışırken dağıtanlardanım ben biraz=)

Aslında bazen dağınık bırakmanın çok daha hayırlı olacağını öğretiyor hayat en civcivli yollardan.

Aşkın saçma olduğuna gerçekten inanmaya başladım. Bukowski'nin ne kadar etkisi var bunda bilmiyorum ama sanırım adam haklı.

Aşk bir kimyasal reaksiyon. Tepkime bitince fokurdayan bir durum olmuyor ve deney sonuçlanıyor. Ama ortaya çıkan şey değil aşk, ortaya çıkan şey her neyse ona doğru gelen süreç aşk bizce.

Sonuç sevgi, bağlılık veya kader. Fark etmez. Süreçmiş bence aslolan. Herhangi bir şey bir şeye dönüşünce dönüştükten sonrası bizi hiçbir zaman ilgilendirmedi. Hep dönüşüm, o sancılı dönem, o bilinmezlikti belki de bizi ilgilendiren.

Ben Ortaçgil dinlemeyi severim mesela. Dinledikten sonrasındaki tatmin duygusunu değil.
Sevişmek gibidir Ortaçgil dinlemek. Girizgahı ne kadar uzunsa o kadar güzeldir o parça. Ama sonucundaki hissiyat değil ki aşk. Aşk o şarkının nakaratı bence, o gitar soloda aşk. Finalde değil...

He ama bazı şarkılar vardır ki yıllar sonra tekrar bir dinlersin daha da derinlemesine. Daha yoğun.. Sindirirsin şarkıyı. Her notasını. Dokunur gibi her yerine sevgilinin. Yıllar sonra alırsın aynı tadı...

Bu konuya nasıl geldik bilemedim ama gözyaşlarımızı bitti mi sandın diyor Mazhar Abi. Çok da haklı=)

E hiçbir şarkı sonsuza dek sürmez. Hee kimi progressive parçalar vardır ama bayılmayın sonlara doğru dikkat edin...

"Mesela"

                                                               Aslı'ya...

mesela,
gülerken ağlayan kadınları severim ben
sonuna kadar gidenlerdir
onlar ki
korkusuzdurlar.
onları sayıklarım ateş 39.9
bir el naif, ince, parfüm kokan
onu ararım gecelerimde
otobüste rastlarım, vapurda mesela
bakarım boş banklara, parklara
kışın özellikle
karda mesela.
ellerim donar, yüreğim donar
hızlı hızlı yürürüm ellerim ceplerimde

kalbi kırık bir kadın ararım mesela
ki kalbi kırık en eski orospudur şehr-i İstanbul
nice kadınları saklar kalbi kırık
tenhalarında piç sokaklarının
karanlıklarda öperim o kadınları
çıkmaz sokaklarda
bilirim sevmezler beni
başkasınındır onlar aslında

yoğurdu kaymaksız severim
çorbayı tuzsuz
rakıyı buzsuz
duyarım gene aynı türküyü
o mezarlık yolunda
bakarım ardıma bir topuk sesi
ama göremem onu karanlıkta
duyarım düşen gözyaşlarını mesela
bir kimsesizin mezarına…
                                     
                                             Irmak U.
                        Fotoğraf: İdil Dizdar