11 Aralık 2014 Perşembe

"Lavinia"


Lavinia

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.

          Özdemir Asaf  (1957)


8 Nisan 2014 Salı

"Hal ve Gidişat: PEKİYİ"



yanıp sönüyordu ışıkları karanlığın
bir şey anlatmak istercesine,
çocuk parkı kimsesizken
sahil sessizken
koklaşıyordu uzakta bir çift.
sarhoşlar türküleriyle güzeldi,
şarabımız bitmeseydi...
demir atmıştı gemiler
küsmüş gibi bir şeylere,
boynu büküktü o sokak lambasının
ben gibi.
ayakkabıma kum kaçmış
çocuk huzursuzluğu benimkisi.
en bulutlu havada yıldız aramak gibi.
sevinmek Ay'a yarım bile olsa,
hiçbir şeyin tam olmadığı hayatımızda.
gözler gözleri arar
bulamaz fakat.
boşluk güzeldir oysa ki,
beklentisizdir zira.
ayağına bulaşan çamur olur o dert,
bırakmaz peşini.
sevinmek gibi her yeşil ışığa,
kime yandığını sorgulamadan.
gülümsemek güzel kadınlara,
o gülüşün adresini bulamadan.
öpmek tanımadığın bir bebeğin ayağını gibi,
huzur aramak gibi.
beklentiler, bilinmezlikler, çalkantılar ve hayaller,
ödenmemiş çok eski bir fatura bazen aşk,
faizi kendinden büyük.
ama hep önüne çıkar her girişiminde, bir gün ödeyene kadar.
hayattan alacaklıyım,
o da benden.
anlaşmak mümkün değil,
hal böyleyken.
gecenin son sigarasındaki nefesler paylaşılır,
çekilecek acılar da.
karanlığa savrulan küfür gibi,
içine çektiğin zifir gibi,
olmak isteyip de hiç olamadığın o adam gibi,
hayratın keskin suyu,
elini yakan kibritin kavı gibi,
biraz eksik,
biraz tam gibi,
ama hep olduğu gibi,
gelişine vuracaksın bu haysiyetsiz hayata!
var gücünle haykıracaksın,
en yüksek tepeden
ve de en derin kuyudan!
sessiz çığlıklarla titreteceksin atomlarını evrenin!
çekirdeğini parçalayacaksın evrendeki tüm hasretlerin!
öyle bir var oluş yaratacaksın ki herkes herkesi unutacak!
hayat yeniden başlayacak...!

                                                                         Irmak U.

























29 Ocak 2014 Çarşamba

"nedensel döngüsel bir hüzün"


bizi zamanın birinde 
öyle sarhoş ettiler ki 
hayırsız bir ağacın dibine kustuk
tüm aşkımızı.
erken ölümlerin arasında aradık
yığınlarda.
hayallerimizin saçları dökülürken 
söktük hep arzularımızın tırnaklarını.
en fırtınalarda alabora olsak da 
bulduk hep o meyhanenin yolunu
dibindeki mezarlıktan.
bizi kanatan
hep aynı gülün dikeni olmasaydı
anlardık belki sevmeyi.
ya da bülbülü öldürmeyi...
en kesif
en irin kokan zamanlardı
en mutlu sandığımız.
karanlık 
iyi ki de çökerdi bazen
yoksa nasıl aydınlıkta 
kendimizle yüzleşirdik.
terk ettiğimiz kadınlardı
en sevdiklerimiz.
çünkü yoklarken onları
daha bir sevdik.
anlamsızlığı tek anlamıyken 
var oluşumuzun
hala 
bir intikam peşindeydik.
yanık kokardı hep
çıkmaz sokaklarımız.
duman tüterdi hala
enkazlarımız.
bir cinayet mahaliyken yaşam
kendimizi 
yavaş yavaş öldürüp
hala 
eldiven giymeyi
ihmal etmezdik.

                                Irmak U.



                                                                                          

















                                                                                                                                                                                    Fotoğraf: Duygu Yumurtacı