21 Şubat 2012 Salı

"fırça, pruva, aşk"

Yaprak çıtırtılarında yürüyorsun. Her yanın karanlık. Görünen tek yıldızlar… Sokak lambalarının göz kırpmaları arada bir direnen bu zifire. Onlar tavlayamasalar da geçen uçuşan etekli kızları, baş koyarlar o yola. İçinde kaybolmak gibi ormanın, göremeden o ağacı. Ne zaman çok yakınsın göremeyecek kadar ve ne zaman uzaksın duyamayacak kadar? Sen ki ilk yardımsındır son tahlilde. Son çaresindir ilk akla gelen. Bilirsin, sen var olursun çünkü güzeller yoksun, asayiş berkemal ise sen zaten yoksun. İmdat çekicisin bu hayatın, evet çekicisin iç güveysinden hallice. Hızlı aramalarda kayıtlısındır daima ki hızlısındır da. Yerin yurdun dar gelir hep. Rahatlık uzak bir ihtimaldir çoğu zaman. Yabancı nedir bilmezsin çünkü yerlin olmamıştır hiç. Tanımadığın sokaklar seni alır, sarar sarmalar. Şairin dediği gibi sana yaraşmaz yumuşak yatakta can vermek çünkü sen sert kaldırımların emzirdiği çocuksundur seher vakitlerinde. Kimsenin görmediği göz yaşlarısındır, karanlıktan korkan küçük çocukların. O yatağın altındaki canavar da sen olursun, o korkan çocuk da. Her halükarda ağlayansındır bu hayatta. Netice aynıdır. Yalnızsındır. Istanbul’un kalabalığına gizlersin yalnızlığını. Anlamaz kimse. Odanda duran tablodaki kıza bakarsın her fırsatta. Haydi çık artık dans edelim dercesine… Baktıkça kaybolursun, anlamsızlaşır her şey, hissizleşirsin. Kaybolursun tuvalin ilmikleri arasında. Sana iner en sert fırça darbeleri o anda. Dışarı atsan kendini, çok uzaklaşırsın. Bu defa da anlayamazsın. Pruvada durur aşk. En önde, tetiktedir. Rüzgarı alandır aşk. Tehlikeye atılan, hayata bir kere gelendir aşk. Korkmayan… Ne tablodadır, ne tabloya bakanda, yardadır aşk, düşmeyi göze alabilene…