22 Nisan 2011 Cuma

Aşkın ömrü neden kısa..?



Aşkın ömrü neden kısa?

Bu soru ne kadar çok soruluyor son zamanlarda değil mi?
Ben yakın zamanda bir cevap buldum sanırım.

Aşk bu dünyaya ait değil de ondan. O bizden çok öte yerlerden bize verilen bir armağan çünkü. Nasıl ki koparılan bir çiçek, yakılan bir ateş, sudan çıkan bir balık uzun süre var olamazsa yaşanmaya başlayan her aşk yok olmaya mahkumdur. Bu dünyada yaşayabileceğiniz ancak kısıtlı bir süredir. Ancak onun dünyasına giderseniz sonsuza kadar sürer. O dünya nerededir, nasıl gidilir bilmiyorum. Onun cevabını henüz bulamadım. Onu da siz bulun...                                                
                                                                

Bu nedenle en güzel aşk hiçbir zaman başlamayacak olandır...


  
                                                                                         
     




Fotoğraf: İdil Dizdar

6 Nisan 2011 Çarşamba

"Önemli olan varmak değil, yolda olmaktır..."

Uzun süredir yasaklıydık efenim bildiğiniz üzere. Suyun dibinden çıkıp derin bir nefes alırsınız ya gün ışığını gördüğünüz anda. Öyle bir nefes işte bu yazı.

Projeler arasında boğulurken uykusuz ve düşünceli geçen gecelerde kitap okumak ya da yazı yazmak arasında verdiğim o hayati kararlar sonucu buradayım.


Ağlamaklı bir kadınla dertleştim geçen günlerde..


O kadın benim bir dostumdu. Aşktan, sevgiden ve bunun tek taraflı olmasından dert yanıyordu. Onun gözleri doldukça benim yüreğim doldu belli etmesem de.

Ağlayan kadınlar beni daima mahveder hocam. Ama gerçekten ağlayan kadınlar. Yalandan değil... Kadına yakışır da ağlamak çünkü. Yorar ruhumu bana ağır bir yük gibi gelir. Kendimi onun yerine koyarım anlık da olsa. Bu duygu sağanağı ve ardından gelen parçalı bulutlu hava. Bu kadınlara has bir durum. Ve çok yoğun çok ağır. Canımı yakıyor çok üzülüyorum ne zaman ağlayan bir kadın görsem. Hele ki masumsa bu kadın. Ona onun ona verdiği kadar değer vermeyen birini sevmişse ya da karşısındaki adam onu anlayamıyorsa...

Çaresiz kadınlar, ağlayan bir kaldırımın kenarına çökmüş... Doya doya ama utanmadan... Gizlemeden yüzünü... En çok onlar beni yaralar. Göz göze gelemem onlarla işte. Erkekliğimden utanırım çünkü. Anlarım onu ağlatan bir erkekse halinden. Kokarım, onların aşk dolu ama çaresiz bakışları ok gibi saplanır ciğerlerime nefessiz kalırım o an sessizce.

Sadece gözlerim dolu dolu bakarım bir anlığına da olsa onlara. Yapma ağlama demek gelir içimden ama korkarım bana kızarlar diye ki haklıdır bana kızsa bana ne. Bir kadını ruhuyla baş başa bırakmak gerekir bu zamanlarda.

Ama zor tutarım kendimi. Gel bir bira içelim anlat her şeyi en baştan ama ağlama artık lütfen dememek için. Tabii tabii yanlış anlaşılma riskim de çok. Kafama çanta yeme riskim de. Ama napıyım herkesin bir salaklığı varsa benimki de bu. Salaklık denirse tabii.

Arkadaşım ağlamıyordu evet. Konu buraya nasıl mı geldi? Ağlayan bir kadın gördüm tabii ki. Kaldırımın kenarında. Rimelleri akmış. Tüm umutları yok olmuş akan makyajının bozamadığı bir güzelliğe sahip genç bir kadın. Suçlar bakışlarla cevap verdi benim köpek yavrusu bakışlarıma. Uzaklaştım tabii ki. Ama biliyorum bir gün dayak yiyeceğim ama ne zaman=)

Diyeceksiniz ki sen ağlatmadın mı da böyle dolanıyorsun ortalıkta. Bende ağlattım. Hiçbir zaman bilerek ve isteyerek değil ama. Çünkü ben de çok ağladım. Bilirim. Toplamaya çalışırken dağıtanlardanım ben biraz=)

Aslında bazen dağınık bırakmanın çok daha hayırlı olacağını öğretiyor hayat en civcivli yollardan.

Aşkın saçma olduğuna gerçekten inanmaya başladım. Bukowski'nin ne kadar etkisi var bunda bilmiyorum ama sanırım adam haklı.

Aşk bir kimyasal reaksiyon. Tepkime bitince fokurdayan bir durum olmuyor ve deney sonuçlanıyor. Ama ortaya çıkan şey değil aşk, ortaya çıkan şey her neyse ona doğru gelen süreç aşk bizce.

Sonuç sevgi, bağlılık veya kader. Fark etmez. Süreçmiş bence aslolan. Herhangi bir şey bir şeye dönüşünce dönüştükten sonrası bizi hiçbir zaman ilgilendirmedi. Hep dönüşüm, o sancılı dönem, o bilinmezlikti belki de bizi ilgilendiren.

Ben Ortaçgil dinlemeyi severim mesela. Dinledikten sonrasındaki tatmin duygusunu değil.
Sevişmek gibidir Ortaçgil dinlemek. Girizgahı ne kadar uzunsa o kadar güzeldir o parça. Ama sonucundaki hissiyat değil ki aşk. Aşk o şarkının nakaratı bence, o gitar soloda aşk. Finalde değil...

He ama bazı şarkılar vardır ki yıllar sonra tekrar bir dinlersin daha da derinlemesine. Daha yoğun.. Sindirirsin şarkıyı. Her notasını. Dokunur gibi her yerine sevgilinin. Yıllar sonra alırsın aynı tadı...

Bu konuya nasıl geldik bilemedim ama gözyaşlarımızı bitti mi sandın diyor Mazhar Abi. Çok da haklı=)

E hiçbir şarkı sonsuza dek sürmez. Hee kimi progressive parçalar vardır ama bayılmayın sonlara doğru dikkat edin...

"Mesela"

                                                               Aslı'ya...

mesela,
gülerken ağlayan kadınları severim ben
sonuna kadar gidenlerdir
onlar ki
korkusuzdurlar.
onları sayıklarım ateş 39.9
bir el naif, ince, parfüm kokan
onu ararım gecelerimde
otobüste rastlarım, vapurda mesela
bakarım boş banklara, parklara
kışın özellikle
karda mesela.
ellerim donar, yüreğim donar
hızlı hızlı yürürüm ellerim ceplerimde

kalbi kırık bir kadın ararım mesela
ki kalbi kırık en eski orospudur şehr-i İstanbul
nice kadınları saklar kalbi kırık
tenhalarında piç sokaklarının
karanlıklarda öperim o kadınları
çıkmaz sokaklarda
bilirim sevmezler beni
başkasınındır onlar aslında

yoğurdu kaymaksız severim
çorbayı tuzsuz
rakıyı buzsuz
duyarım gene aynı türküyü
o mezarlık yolunda
bakarım ardıma bir topuk sesi
ama göremem onu karanlıkta
duyarım düşen gözyaşlarını mesela
bir kimsesizin mezarına…
                                     
                                             Irmak U.
                        Fotoğraf: İdil Dizdar