17 Eylül 2010 Cuma

"I don't hate people, i just feel better when they aren't around."

Ne güzel demiş Bukowski.
Bende bu aralar aynen böyle hissediyorum.O people ın içinde person'lar da var tabii.
Ancak sözün hakkını verip inzivaya çekilme vaktinin geldiği günlerdir tecrübeyle sabit.

Onlar hep etrafta olmaya devam edeceklerine göre benim etrafta olmamam daha mantıklı ve kısa vadede işe yarayacak bir çözüm gibi duruyor.

Bakışlarımın bile değiştiğini söylüyor son günlerde dostlarım. Ruhum değişmiş bakışlarım değişiyor çok mu! Ancak ne yönde ve nasıl değiştiğini sormayın vallahi bende bilmiyorum.

Siyasi gelişmeler, Kılıçdaroğlu'yla aynı kaderi paylaşmak ve nicesi. Yetişemedim sandığa o anlamda aynı kader. Yoksa Recep Bey'le kapışmak gibi bir taktiksel hataya düşmem.

Kendini dinlemenin vakti geldi der ya bir şair. Bilmiyorum hangisi sormayın mevzu o değil zaten. Durup kendinizi dinleyin dostlarım. Ya da eskiden dostum olanlar. Konuşmayın sadece kendinizi dinleyin. Neden mi? Karşınızdakini dinlememekte inat etmeye devam ettiğiniz için. En azından egonuzla mücadele etmek zorunda kalmayıp sizi sizinle bırakırım bu cehennemde.

Yapılanlar, yaşananlar, görülenler, görülmek istenenler ve hayal kırıklıkları artık hepsi yetersiz gelmeye başlıyor bir saatten sonra.


Hayatın anlamını aramaktan ya da bulmaktan söz etmeyeceğim merak etmeyin. Hayatın anlamıyla hiç işim olmaz zira bir anlamı yok bence. Anlamlı olmak zorunda da değil. Bir kek gibi düşünün. Her yaptığınız keke bir anlam yükler misiniz ?


Tanrı için bu dünya olsa olsa bir kek. O da her yaptığı keke anlam yükleme telaşına düşmeyecek kadar meşgul bence.


Şeytana gelecek olursak. İnsanları umutsuzluğa, karamsarlığa sürüklemek için, bir anlam uğruna ömrünü tüketen ve koca bir hiçle karşılaşan insanlık tarihinin en büyük beyinlerinin nasıl çaresizlik içinde azalarak bittiğini görmek için anlam kavramını dünya olgusuna ittirmiştir. Bu benim fikrim. Şeytan uğraşır ancak böyle boş işlerle çünkü. Boş vakti bol olanın boş işi  de bol olur demiş bir düşünür. Yalan! Ben uydurdum vallahi şimdi.


İşte anlam üretmek ve tüketmek bu kadar kolay. Ben size böyle bir söz uydurup, asırlar öncesinde bir büyük beynin ürettiğini ve buyruklarını takip etmenin hayatı kolaşlaştırıp anlamlı kılacağını söylesem kaçınız bana karşı çıkardı.

Hiç.


Kafanız karışmasın dinlere sataşmıyorum bu cümlemle. O kadar cesur değilim. Henüz.

Kısacası çoğu şeyin aslında bir anlamı yok. İnsan dışında. İnsanın her daim bir anlamı vardır. İnsan kendi anlamını kendi yaratır çünkü. Yaratabilme yetisine sahiptir. Tanrı'yı oynayabilen tek canlıdır belki de bu yüzden. Bu yüzden kendi türünü yok etme hakkını kendinde görüyor. Ya da yaratma hakkını.


Tüm bunları düşünmemin tek nedeni Bukowski değil. Üzgünüm Charlie=)
Kendi dertlerinize boğulup, anlam arama telaşında hayatın anlamı, hayatın önemi diye diye kendi öneminizi, insanın önemini unutuyorsunuz. Bunu hatırlarmaktı amacım. Toplulukların, grupların bir önemi olmadığı. İnsanın tek başına bir anlam olduğunu. Bazı reprodüksiyon felsefi teoremler, zorlama neo-akımlar bokumlar ve konjonktürel global lümpen sıfatların devir değiştikçe hiçbir anlam ifade etmediğini, çünkü anlamı bizim yarattığımızı, biz istemediğimiz anda da o çıkardığımız anlamları yok edip, o kavramları anlamsızlığın odağına oturtabilecek kadar "nankör" ve bir  o kadar da yaratıcı olabildiğimizi fark ettiğimiz gün biraz yalnızlığın ve dinginliğin insana ne kadar iyi geldiğini gözle görülür şekilde hissedeceğiz.

Çok sıkıcı bir yazı yazdım evet ama kalem ruhun dilidir. Halet-i ruhiyem ne ise arz-ı halim odur. Kusuruma bakmayın.
Yarın öbür gün neşeli bir anımda yazarım. Hep birlikte güleriz.

Bu yazının da bir anlamı olduğunu mu düşünüyorsunuz hala?
O sizin anlamınız. Ne isterseniz o çıkar;

Görüşmek üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder